KıssalarHikayeler; Mezhep İmamları Allah yolunda infak edebilmek için, belirli miktarda mala ve imkâna sahip olmak gerekirse de esas önemli olan, insanın infak etme inancına, bilincine ve gücüne sahip olmasıdır. "İnfakın tüm çeşitleri ile ilgili olarak Kur`an-ı Kerim`de ikiyüze yakın ayet-i kerime vardır ki bu
FıkıhKöşesi sitesinde suallerinize Kuran-ı Kerim, Hadis-i Şerif ve Risale-i Nur ışığında cevaplar bulabilir, ayrıca sual gönderme imkanını kullanabilirsiniz.
İnfakNifakın Panzehiridir. Servet mülkiyet değil emanettir. Kur’an’da sadece üç şey “Allah yolunda” (fî sebilillah) kaydı düşülerek emredilir: Cihad, hicret, infak. Bu kayıt infakı bir yönüyle mali bir cihad kılarken, bir başka yönüyle metâ’dan na’îm’e hicret kılar. Metâ’ daim, sabit ve
ŞeyhVefa Hazretleri ile ilgili şöyle bir kıssa naklederler:Bu zâtın küçük oğlu yoldan geçen sakaların su tulumlarını iğne ile delmeyi âdet hâline getirir. Sakalar bu durumu âlim zâta söylemeye utanırlar. "Sevdiğiniz şeyleri Allah yolunda infak
Yukarıdakiretorik gelenekselleşmiş dini yorumların da, o gelenek üzerinden dini yargılayan diğer düşüncelerin de ortak hafızası gibidir. Genel kanı Allah zengini malvarlığı ile imtihan eder. Onu kötü, haram yollarda harcamamasını öğütler ve elinden geldiğince de fakirlere sadaka, zekat vermesini emreder. Fakirleri ise yoklukla imtihan eder, olmasa da şükretmeli
Vay Tiền Nhanh. ALLAH İÇİN İNFAK İNFAK NEDİR? NELERDEN ve NASIL YAPILIR? İnsanoğlunun dünya nimetlerine karşı zaaf ve tutkusu fıtrîdir. Ham maddesi toprak olan insan toprağın suya olan iştiyakı gibi dünya nimetlerine iştiyak duymakta, onu yutmakta ve tutmaktadır. Nasıl suyu yutan kabiliyetli topraktan yararlı nebatlar çıkıyorsa insanın da dünya nimetlerine sahip olmasının, mahsûl veren toprak gibi güzel sonuçları olmalıdır. Kur'an'da insanın sahip olduğu dünya nimetlerine karşı sorumlulukları değişik lafızlarla ifade edilmektedir. Bunların başlıcaları, sadaka ve tasadduk, nafaka ve infak, zekât, cûd ve îsardır. İnsan, İslâm dairesine bir "Kelime-i Şehadetle” girer. Ondan sonra İslâm içinde kişiliği inşa yolculuğu başlar. Müslüman şahsiyetinin, tıpkı, namaz gibi, oruç gibi olmazsa olmaz değerlerinden birisi, infak etme-verme hassasiyetine sahip olmasıdır. Kur'an'ın ikinci suresinin ilk âyetleri içinde, "iyi Müslüman" diye niteleyebileceğimiz "müttakî"lerin temel özellikleri arasında, gaybe iman etmek ve namaz kılmaktan sonra "kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler" ifadesiyle "infak" sayılır. Burada infak, "verilen rızık“la bağlantılanmıştır. Yani "vereceğiniz, zaten size ikram edilenden başkası değildir" denmek istenmektedir. "Sana Allah yolunda neyi sarf edeceklerini sorarlar. De ki O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi..." Bakara Suresi,219 Kur’an'ın, İslam'a özgü bir dünya görüşü ve medeniyeti oluşturmak için kullandığı anahtar kavramlardan biri de sebilullahtır. Müzzemmil Suresi,20; A'raf Suresi,45, 86; En'am Suresi,116. Bakara Suresi,190-195-218; Enfal Suresi,74-75 Bu terkip, Allah'ın yolu anlamına gelir ve İslam öğretilerinin tümünü ifade etmek için kullanılır. Çünkü Allah'ın yolu, iyilik nev’inden O'nun emrettiği her şeyi içeren ve Kur’an vahyi aracılığıyla insana bahşedilen hidayet yoludur. İnfak kelimesi, Helâl yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş görüldüğü yerlereAllah’u Zülcelâl’in hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlardamaddi, manevi bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda “İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtımaddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkınrûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur. İnfak Nafaka verip geçindirme, besleme, doyurma mânâlarındadır. Bakara suresinde Cenabı Hak, kurtuluşa erecekler için "o muttakiler ki, gaybe iman ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıklardan infak ederler. İşte onlar felaha gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Buyurmuştur. İnfak kelimesi, sözlükte "azalmak, bitmek ve tükenmek" gibi anlamlara gelen n f k kökünün türemiş şeklidir. Bunun için, "insanın helal ve kıymetli olan servetini yahut en aktif ve verimli olan gayretini Allah rızası için başka insanların hayrına sarf etmesine" infak denir. Bu harcama, insanın sahip olduğu tüm değerlerden yapılabilir. İşte helal servetin ve olumlu gayretin insanların hayrına sarf edilmesi, Kur’an'da "Allah yolunda infak" olarak isimlendirilmiş, bu niteleme ile O'nun yolunda yapılan harcamaların bir zarar olmadığı anlatılmak istenmiştir. Bu demektir ki, müminin yaşarken Allah yolunda sarf ettiği çabalar ve cömertçe harcadığı mallar, Hesap gününde boşa gitmeyecektir.İbnManzurLisanu'lArab, X, 358-361. Ragıp el-isfehani, el-Müfredat, Bakara Suresi,195, 261, 262 İNFAK NELERDEN VE NASIL YAPILMALIDIR? Kur’an'da birçok ayette yer alır. Bu ayetlerde infakın, sevilen ve en iyi olan şeylerden yapılması istenir. İnfak, Müslüman şahsiyetin en belirgin özelliğidir. O, sahip olunan imkânlardan başkalarını yararlandırmak ve bu imkânları Allah rızası için harcamaktır. İnfak etmeye, en yakın kişilerden başlamak gerekir. Özellikle ve öncelikle yoksulluğunu açığa vurmaktan çekinen onurlu kimselere infak edilmelidir. Çünkü onların durumunun farkında olmayan, onları zengin zanneder, hâlbuki onlar istemekten çekinirler. İnfak, karşısındakini horlama veya cömertlik gösterisi altında riyakârlık aracı yapılmamalıdır. Çünkü Kur’an, insanlar arasındaki ilişkilerde güzel muameleyi ve İslami terbiyeyi esas almış, İslam'ın ruhuna ve insanın onuruna ters düşen davranışların sahibine hiçbir fayda sağlamayacağını bildirmiştir. Özellikle riyakârlığın, insanın bütün hayırlı faaliyetlerini boşa çıkaran bir illet olduğuna dikkat çekmiştir. Şu halde insan infak ederken ne kadar dürüst davranıp samimi olursa Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Öyleyse infak, başa kakmadan nezaket dairesinde yapılmalıdır. Zira dinin buyruklarının amacı, insanı Allah'a iyi bir kul, başkalarına da iyilik eden bir şahsiyet haline getirmektir. Yoksa Allah, hiç kimsenin infakına ve ibadetine muhtaç değildir. Abdulbaki, Mucemu'l Mü-fehrez, Bakara Suresi,215-262-264-267-273-274. Al-i imranSuresi,92-134Maun Suresi,6-7 İnfakın sınırını üç derecede değerlendiren gönül erleri bunu sehâvet, cûd ve îsâr diye isimlendirmektedir. Sehâvet, malın bir kısmını verip bir kısmını kendine ayırmaktır. Nitekim Allah Resulü sehâvet sahibini şu ifadelerle övmektedir "Sahî Allah'a yakındır, halka yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri Allah'dan uzaktır, halktan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil fakat sahî kimse Allah katında, âbid fakat cimri olandan daha sevimlidir." Tirmizî, Birr, 40; Aclûnî, I, 450 Cûd, malın çoğunu dağıtıp az bir kısmını kendine sahip olunan mal ve ilmi bezledip saçmaktır. Para ve mal harcamanın kişiye zor gelmemesi demektir. Mal, beden, mevki, dünya ve ahiret konularında olur. Îsar da zarar ve sıkıntılarına katlanarak başkasını kendisine tercih ile kifâyet derecesindeki maîşetini vermektir. Nitekim "Onlar ihtiyaçları bile olsa başkalarını kendilerine tercih ederler..."Haşr Suresi, 9âyeti buna bir ölçü ve sınır dâhilindeki cömertliktir. Cûd ayırım yapmaksızın sınırsız herkese gösterilen cömertliktir. Bu yüzden "Cevâd" Allah'a izâfe edilir, ama "Sahî" edilmez. İnfak, mal ve başka şeylerde yapılan tasarruf ve harcamadır. Farz olanı vardır, nâfile olanı vardır. Nafaka da infak edilen şey için kullanılır. Bu kavramlar içinde en kapsamlı olanı infaktır. Hem verilecek şeyin dînî hükmü bakımından farz ve nâfile olanını, hem mal ve ilim gibi Hak tarafından verilen nimetlerin her türlüsünü kapsamaktadır. Nitekim "Kendilerine nasip ve kısmet ettiğimiz rızıktan, maddî ve manevî şeylerden az çok infak ederler, Allah yolunda harcamada bulunurlar." Bakara Suresi,3 ayetinde bu infak kavramı kapsamlı bir biçimde açıklanmaktadır. Bakara suresinin 215. ayetinde ise "Ey Muhammed, neye, ne gibi yerlere harcamalar yapacaklarını sana soruyorlar. De ki Az veya çok hayır cinsinden vereceğiniz nafakalar ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Bundan başka hayır olarak ne yaparsanız Allah ondan haberdardır.” Nitekim İbrahim Allah'a Halîl dost idi. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bir kere hanesine bir Mecûsî geldi. İbrahim onun Mecûsî olduğunu anlayınca ağırlamaktan imtinâ etti ve adama "Sen benim ikramıma ve ağırlamama layık değilsin." dedi. Adam da savuşup gitti. İbrahim hemen vahiy ile uyarıldı. Allah’uTealâ "Yâ İbrahim, benim yetmiş yıl beslediğim bir kula bir öğün yemek vermek sana ağır geldi ha..." buyurdu. İbrahim hemen Mecûsî'nin peşine düşüp onu buldu ve ağırladı. Mecûsî olanların sebebini sorup öğrenince "Ne iyi Rab, düşmanı için dostunu Halîl azarlıyor..." dedi ve Müslüman oldu. Allah'ın Habîb'i Hz. Muhammed Mustafa de HâtimTâî'nin oğlu geldiğinde sırtındaki ridasını çıkarıp onun altına sermişti. İnsanlar arasında fark gözetmeden kâfirin altına kendi elbisesini koymuştu. İşte Habîb ile Halîl'densehâ ile cûd birer örnektir. İnfakta aslolan ihtiyaç sahibine ihtiyacını istemeden vermektir. Nitekim Allah dostlarından birine bir arkadaşı gelip dört yüz dirhem istedi. O da dört yüz dirhemi getirip arkadaşına verdikten sonra evine girerek ağlamaya başladı. Hanımı da "Eğer bu parayı vermek zor geldiyse keşke mazeret gösterip vermeseydin." dedi. Allah dostu "Ben ona ağlamıyorum, arkadaşım benden istemeden onun halini araştırıp kendiliğimden veremediğime ağlıyorum." dedi. Rabbimiz buyuruyor “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. اَحْسِنُوا Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri sever.” Bakara suresi, 195buyuruyor. İnfak bazen tasadduk, zekât, fıtır sadakası, kurban, hediye, icare bazen insanların istihdam edilecekleri meşru bir alanda yatırım ya da vakıf olarak çıkar karşımıza. Her biri toplumsal ve bireysel faydalarının yanında ibadettir bir diğer anlamıyla. Ve Allah yolunda cömertlik ve hak sahiplerine haklarını teslimdir de aynı zamanda Cenab-ı Hak Müminlere Kur’an-ı Keriminde muhtelif kalıpla, 72 kere infâkı emrediyor. Yani Kur’an’da; zekât, sadaka, infak 125 yerde geçiyor, fakat 72 yerde de “infak” geçiyor. Şimdi zaten zekât, minimum, asgarînin asgarîsi. Zaten o zekât, o kişinin malı değil, fakirin emaneti onda. Sadaka, kendisini koruması için. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için. Fakat infak ise, ucu açık. Zekât kırkta birdir. İnfak ise bunun ucu açık. Bu, Cenâb-ı Hakk’a giden bir tünel olmuş oluyor. Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran tünel oluyor. İnfak, yalnız mal vermekle değil. Meselâ ashâb-ı kirâma baktığımız zaman, bir kısım Çin’e gidiyor Vehb bin Kebşe şeyinde. Bu, en büyük infak. Giderken üşenmiyorlar, yorgunluk gelmiyor. Hangi vâsıtalarla gidiyor?İbn-i Abbâs kardeşi Semerkant’a gidiyor bir sahabe grubuyla. Bir kısım sahâbî Afrika’ya giriyor. O zaman dünyanın üçte birini kaplıyorlar aşağı Bunlar nedir? Bir infak heyecanıdır bu. Eyyûb el-Ensârî seksen küsur yaşında iki sefer İstanbul’a geliyor. Bunlar hep bir infaktır. Yani infak sırf malla değil, her şeyle 1. Ahmed Hazretleri, Sultan Ahmet Camii’ni yaptıran, inşâeden, Osmanlı Sultanı; Onu kızı rüyâda görüyor da, Allah’ın kendisine verdiği bu mükâfâtın sebebini sorduğu zaman “Kızım diyor, ben diyor, tebdîl-i kıyâfetederdim, zaman zaman gidip, câmide çalışırdım.” diyor. Şimdi Sultan Ahmed, 1. Sultan Ahmed’e baktığımız zaman, o zaman bir mağlûbiyet görmemişti. Bütün dünyanın önünde eğildiği bir insandı. Ona Sultan Ahmet Camii’ni yaptırmaktan, gidip orada çalışmak çok daha zordur. Tamamen nefsini sıfırlayarak… Velhâsıl bu da bir infak. Yani infak çok. Yani Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor“…O takvâ sahipleri kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden Allah yolunda infâk ederler.” Bakara Sûresi, 3 İnfak, İslam'ın hayata taşınmasını sağlayan ve mümine Allah'ın rızasını kazandıran tevhidi bir eylemdir. Kur’an bu onurlu eylemi gerçekleştiren müminlerin verimli ve sevimli durumlarını şu anlamlı ifadelerle dile getirir “Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tohumuna benzer; Allah dilediğine kat kat verir, O her şeyi kuşatan, her şeyi bilendir." Bakara Suresi, 261 "Şüphesiz Allah, cennet karşılığı mü'minlerden mallarını ve canlarını satın aldı." Tevbesuresi,111 ayetiyle canın ve malın Hak yoluna verilmesi gerektiğini ifade buyurur. Canı vermek cihatla olur, malı vermek infakla. Bunun da üç derecesi vardır 1- Zekâtın borç olmasını beklemeden malının tamamını verenler. 2- Servetlerinin tamamını veremeyen ama zekâtla da sınırlı kalmayanlar. Böyleleri zekâttan fazla olarak mallarının bir kısmını da hayır yollarında harcar. Nitekim Kur'an'daki "Muhabbeti üzerine malını yakınlarına verir."Bakara Suresi,177 ayetiyle "Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin." MünafikûnSuresi,10 ayeti buna delildir. 3- Ne fazla, ne eksik yalnız zekâtlarını ödeyenler. Bu infakın en küçük derecesidir. Zekât her nimetin kendi cinsinden şükrünü edâ etmektir. Sıhhat büyük bir nimettir. Her organın zekâtı vardır. Bu da insanın bütün organlarını hizmet ve ibadetle meşgul etmesi boş oyun ve eğlenceye meyletmemesidir. Diğer taraftan zekât Allah'ın zenginlerin malından fakirlere ayırdığı bir haktır. Zekât veren hak sahibine hakkını ödemekle hem Hakk'ın rızasını kazanmakta, hem de hesap ve azap endişesinden kurtulmaktadır. Zekâtın amacı insanı kötü huylardan biri olan cimrilikten kurtarmaktır. Nitekim hadis-i şerifte "Üç şey helâke götürür Aşırı cimrilik, ardınca gidilen şehvet ve kendini beğenmek" Mevsûaetrafi'e - Hadis en - nebevi, IV,457 Ayette de "Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa işte felah bulanlar ancak onlardır." buyrulmaktadır.Haşr Suresi,9 Cimrilikten kurtulmak malını yerinde infak etmeyi adet edinmekle mümkündür. Bir şeyden sevgiyi kısmak, kendini ondan ayırmakla olur. Bu manada zekât temizlik demektir. Çünkü sahibini cimrilik pisliğinden temizler. Zekâtın yaptığı temizlik kulun Allah uğrunda yaptığı infaktan duyduğu sevinç kadardır. Malî ibadet mal nimetinin şükrüdür. Dara düşmüş bir insanın perişan halini gören varlıklı biri, Allah'ın kendisine verdiği servetin kırkta birini ona vermezse nasıl adam sayılabilir? Allah dostlarından Şiblî sordular Zekâttan verilmesi gereken miktar ne kadardır? Şiblî şu karşılığı verdi İki yüz dirhem için beş dirhem. Yani malın kırkta biri. Ama bu fıkıh mezheplerinin ölçüsüdür. Benim mensubu bulunduğum yola göre malın hepsini verip zekât meşguliyetinden kurtulmaktır. Adam tekrar sordu Bu konuda senin imamın kim? Şiblî Ebu Bekir Sıddık dedi. Çünkü o elinde bulunan her şeyi Allah yolunda vermiş ve kendisine "Ailene neyi bıraktın?" sorusuna "Allah'ı ve Resulünü" cevabını vermişti. Ömer bin Abdülaziz buyurur ki “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzûruna çıkarır.” Ali İsfehânî hakîkati ne güzel ifâde eder“…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” Muhtaç; yani ihtiyaç sahibi; fakirdir, düşkündür, borçlu olan, boyunduruk altına alınıp esir ya da köle düşendir. Bazen de yolda kalandır, memleketinde varlıklı iken yolda ihtiyaca düçar olandır o. Tevbe, Suresi,60 Yetim, öksüz, dul yahut mülteci olarak da karşımıza çıkabilir muhtaç. Elinden geleni yaptığı halde normal ihtiyacını dahi karşılayamayacak durumda olandır o. Ve muhtacı bulmak da infak edenin vazifesidir. Zira muhtaç “hak sahibidir” malımızda. Onlar dile getiremese de bizim onları bulmamız ve hatta önce fark etmemiz icap eder. MÜMİNLER BİRBİRLERİNDEN SORUMLUDURLAR Zira her mü’min, çevresinden mes’ûldür. Muhtaçların, mazlumların feryatlarına bîgâne kalamaz. Yine o, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, hassas, rakik, diğergâm, merhametli, cömert ve infak heyecânıyla dolu olmalıdır. Cenâb-ı Hak, rızkın temininde mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah’u Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlet ve ilâhî bir lütuftur. Muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’ mininrûhu da tesellî bulamaz. Hz. Mevlânâ ne güzel buyurur “Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!” Dünya serveti; en yakınlardan başlayıp toplumdaki âcizlere, kimsesizlere, gariplere yardımda bulunmak sûretiyle, vicdan huzûruna ve âhiret saâdetine ermek için kazanılmalıdır. Kazançta niyet bu olursa, dünyevî endişelerin gönüllerde meydana getirdiği katılık, kasvet, buhran ve sıkıntıların yerini tatlı bir huzur ve sükûnet hâli alır. Peygamber Efendimiz “Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka, hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır” buyurarak en yakından başlamanın ayrıca sevabına işaret eder.Nesâi, Zekât, 82. İNFAK İÇİN NE GEREKİR? Allah yolunda infak edebilmek için, belirli miktarda mala ve imkâna sahip olmak gerekirse de esas önemli olan, insanın infak etme inancına, bilincine ve gücüne sahip olmasıdır. Miktar madde meselesidir. Bunun için ekonomik görüşleri sömürücü sistemlere endeksli olanlar, mala sahip olsalar da kendilerinde bu malı başkalarına infak etme gücü bulamazlar. Servetin insanı yüceltici ve hayatı iyi yönde geliştirici bir unsur haline gelmesi, onun "Allah yolunda infak edilmesi" ile gerçekleşir. İşte bunun için İslam, infakla ibadetin kapsamını daha da genişletip ona hayatın tümünü kuşatan bir muhteva yüklemiştir. Kur’an'ın "Allah yolunda infak ediniz" buyruğu, hem yoksulu değersiz gören zalim kanaati yıkmayı hem de servetin zengin elinde, servet hayalinin de fakirin gönlünde putlaşmasını önlemeyi amaçlar. Bunun için Kur’an, infak etme konusunda isteksiz davranıp servet rüyasından saadet bekleyenlere, "Göklerin ve yerin mirasının tek başına Allah'a ait olduğunu" hatırlatır; sonra da onlara "Neden Allah yolunda infak etmediklerini" sorar. Hadid Suresi,10 Dünya servetine bağlanıp cimrilik edenleri ise, şöyle kınar "Bakın sizler Allah yolunda infak etmeye çağırılıyorsunuz; ama sizin aranızda cimrice davrananlar var! Kim Allah yolunda cimrice davranırsa sadece kendisine karşı cimrilik yapmış olur. Çünkü Allah kendi kendine yeterlidir, hâlbuki siz, O'na muhtaçsınız. Şayet O'ndan yüz çevirirseniz başka toplumları sizin yerinize geçirir ve onlar sizin gibi yapmazlar!"Muhammed Suresi,38 İnfakın sınırları oldukça geniştir. Nitekim hadislerde şöyle buyrulur “Her maruf sadakadır. Kişinin nefsi ve ailesi için harcadıkları da sadaka olarak yazılır."Mevzua, VI,441"İnsanlarla iyi geçinmen sadakadır. Mü'min kardeşinle karşılaştığında tebessüm etmen sadakadır. Senin kabında bulunandan kardeşinin kabına boşaltman da sadakadır." Müslim Birr,144 "Yemek yedirmek, selamı yaymak ve güzel söz mağfiret sebebidir." Mevzua, IX,444 "Allah için sevdiğine yemek yedir." İbnü'l-Mübarek'tenAshab-ı kiram sofraya misafirsiz tek başına oturmayı mahzurlu görürlerdi. İbn Abbas rivayetine göre bu anlayışı hafifletmek üzere "Toplu olarak ve tek başınıza yemenizde mahzur yoktur." Nûr Suresi,61 ayeti Ali ağladığını görenler sebebini sordular ve şu cevabı aldılar"Yedi gündür evime misafir gelmedi. Allah Teâlâ'nın derecemi indirmiş olmasından korkuyorum."Enes bin Malik zekâtı evin içinde misafir için bir oda bulundurmaktır." derdi. KUR’ÂN’DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR İnfakın yapıldığı yön cihet zaman ve şartlar itibari ile kendi içinde bir meratibi hiyerarşisi vardır. Mesela bir yönüyle "infakın farz, vacip ve mendup olanları vardır ki, bu sıralamaya göre "infak"ın farz olanlarının başında zekât gelir. İnsanın kendine bakması ve çoluk çocuğuna yapacağı harcama nafaka da ikinci derecede farz olan "infak" tır. Üçüncü farz "infak" ise cihat için yapılacak harcamadır. Bütün çeşitleriyle sadakalar ise "infak"ınmendup hoş ve arzulanan kısmını oluşturur. Kurtubî I/179 "İnfakın tüm çeşitleri ile ilgili olarak Kur`an-ı Kerim`de ikiyüze yakın ayet-i kerime vardır ki bu, İslamtoplumundaki maddi transfer, mülkiyet seyyaliyeti, servet törpülenmesi, gelir hatta servet dağılımı, olandan olmayana transfer sosyal güvenlik ödeneği kısaca sosyal adaletin hangi boyutlarda motive edildiğinin belirgin bir göstergesidir, "infak"ın mekruh ve haram olanı ise olmaz. Çünkü bu terimin anlamı bütünüyle olumludur. Mekruh ya da haram olan harcamalara "infak" değil "israf`, "savurganlık" vs. denir. Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerim’de infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her Müslümanın mükellefiyetidir. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK Diğer bir yönden "infak"ın hiyerarşisini Allah Rasülü bir hadisleriyle açıklar "Gelip, bir dinarım var ne yapayım? diye soran birisine Kendine harca infak et dinarım varsa? Ev halkına harca. Üç dinarım varsa? Hizmetçine çalıştırdıklarına harca. Dört dinarım varsa? Ebeveynine harca. Beş dinarım varsa? Yoksul olanlarına harca. Altı dinarım varsa? Allah yolunda harca, buyurdu" Bakara Suresi, 215ayeti bu hiyararşiye daha net bir sıra çizer "Ne infak edeceklerini sana sorarlar. De ki, hayır olarak infak ettiklerinizi ebeveyninize, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara harcayın." Bir başka hadis-i şerif aynı derecelemeye değişik sartlara göre biraz değişik bir sıra çizer "Kişinin infak edeceği en hayırlı para dinar çoluk çocuğuna harcadığı, Allah yolunda cihadda bineğine harcadığı, yine Allah yolunda arkadaşlarına harcadığı paradır." Bir diğerinde ise "Allah yolunda cihadda infak ettiğin bir dinar, bir köle azat etmek için infak ettiğin bir dinar, bir yoksula sadaka olarak verdiğin bir dinar ve çoluk çocuğuna harcadığın bir dinardan ecri en büyük olanı çoluk çocuğuna harcadığındır." Denir. Kurtubî I/179 Rasülullah hadislerinde de her çeşidiyle "infak" vurgu ile tavsiye ve teşvik görür. O herkesin, yarım hurma ile de olsa kendisini kurtarması gerektiğini, sadakanın rızkı çoğaltacağını, ömrü ve malı artıracağını, Rabbin gazabını dindireceğini, zafere sebep olacağını, malın bereketi olduğunu söyler. Zaten Allah da yapılan bir infakın yerinin Allah tarafından doldurulacağını haber verir.Sebe Suresi,39 Yine Allah Rasulü etmeyenin rızkının daraltılacağını, cömertliğin Allah`ın ahlakından olduğunu, yoksullara arka çıkmanın kötü ölümü engelliyeceğini, sadakanın bir paratöner gibi belayı önlediğini... Bildirir. Kısaca bütün çeşitleriyle infak İslam’ın ikinci temel unsuru, "köprüsü" ve dünyayı düzene koyma aracı olarak görülür. İman değerine ve infak bilincine ermemiş olanlar, içlerindeki mal tutkusuna yenik düştüklerinden cimrilik ederler. Onlar ihtiyaç sahipleriyle ilgilenmez, doğru amaçlar için hiçbir harcamada bulunmazlar ve zenginliği kötüye kullanırlar. Yoksullara karşı duyarlı davranmayanlara Allah da değer vermez. Allah'ın değer vermediği kişi ve toplumlar ise, O'nun yardımına mazhar olma liyakatini yitirmiş olurlar. Bunun için Kur’an, ahlaki öğretilerini sürekli olarak sosyal hayatın pratik alanlarına ilişkin buyruklarla örer. Her insanı, imkânı nispetinde doğru ve yararlı eylemlerde bulunmaya; yoksulluğu yenmek için şahsi ve maddi katkı sağlamaya çağırır. Bu katkıyı esirgeyenlerin, kendi yıkımlarını hazırlayabilecekleri uyarısında bulunur. Bakara Suresi,195Anlaşılan o ki iyiliği ve infakı terk etmek, insanın bir nevi intiharı demektir. İmanda kemale ermek için fedakârlık gerekir. Fedakârlık da nefsin kendine saklamak istediği şeyleri Allah için verebilmektir. İnsanın ahlaki kişiliğe, toplumun da İslami kimliğe sahip olabilmesi, Kur’an'ın belirttiği eğitici ve erdirici ilkelerin hayatta uygulanmasıyla sağlanabilir. Şu halde insanın gerçek bir mümin olması için, sadece inanması yeterli değildir; ayrıca onun canıyla ve malıyla iman hizmetinde bulunması da gerekir. Hucurat Suresi,15 Çünkü insan ruhu sadece teorik hakikatlerle beslenmez. Bunlara ilaveten o, hareketlerini devamlı bir şekilde tanzim edecek ameli bir kaideye de ihtiyaç duyar. İşte Kur’an, insanın faaliyet sahasına giren her konuda takip edilecek yolu göstererek bu ihtiyaca en kesin ve en geniş bir şekilde cevap vermiştir. Etiketler İnfak Nedir Nelerden ve Nasıl Yapılır, İnfak, Allah için infak, Kur'an'da infak, Mekteb-i Derviş
Ebedî Fecre Yıl 2014 Ay Şubat Sayı 108 İKİ BÜYÜK NİMET Ümmet-i Muhammed olarak bizler, Allâh’ın en büyük iki nimetine hiçbir bedel ödemeden nâil olduk ◆ Fahr-i Kâinât Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. ◆ Cenâb-ı Hakk’ın ezelî kelâmı, ebedî kurtuluş reçetesi Kur’ân-ı Kerim. Bu iki nimet birbirinin şerhidir. Biri Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki, diğeri insân-ı kâmil zarfı içerisindeki sanatıdır. Her ikisi de; okuyan, takip eden ve muhabbetle tâbî olan mü’minlere rehberlik eder, onları belâlardan korur, rızâ-yı ilâhîye eriştirir. Bu iki muazzam ihsan; bedelsiz verilmiştir fakat, her nimet gibi onların da suâli ve hesabı vardır. Bu sebeple; Efendimiz’e ümmet ve Kur’ân’a vâris oluşumuzu, çok iyi değerlendirmemiz îcâb eder. Peygamber Efendimiz’e ümmet oluş nimetinin bedeli; اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”Buhârî, Edeb, 96 hadîs-i şerîfinden hisse alarak; her hâlimizde O’nun rehberliğine, O’nun sünnet-i seniyyesine ittibâ edebilmemizdir. Kur’ân-ı Kerim nimeti karşısındaki vazifemizi de Rabbimiz şu âyet-i kerîmenin muhtevâsı içerisinde beyan buyurmuştur “Sonra Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan insanlardan; ◆Kimi kendisine zulmeder bedbahtlık eder, ◆Kimi ortadadır aksaklık ve ihmalcilik eder, ◆Kimi de Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır kıyâmet günü korkmayacak ve üzülmeyecek kimselerdir. İşte büyük fazîlet budur.”Fâtır, 32 ÜÇ SINIF MÎRASÇI Âyette verdik» diye tercüme edilen fiil aslen; mîrasçı kıldık» mânâsındadır. Vârisler, mîrâsa hiçbir gayret ve emek sarf etmeden erişirler. Bizim için Kur’ân da; gayret sarf etmeden, bedel ödemeden âdetâ mîrâsa konarcasına eriştiğimiz bir nimettir. Fakat her mîrasçı ondan aynı şekilde istifade edememiştir. Bu nimetten istifade husûsunda mü’minler üç sınıf olmuştur 1. Nefsine zulmedenler Kur’ân’dan istifade edemeyenler… Hayatlarını, Kur’ân hakikatleri ve fermanlarıyla tanzim etmeyenler… Kur’ân’ı; hayatlarının, eğitimlerinin, ticârî, ailevî, içtimâî hayatlarının merkezine yerleştirmeyenler… Onu, muârızları ve düşmanlarına karşı muhafaza ve müdafaa etmeyenler… Nefs-i emmâreye zebûn olarak günahlar işleyenler… Onları son nefeste de, mahşer yerinde de büyük belâlar beklemektedir. Kur’ân’sız harâbe hâline gelmiş gönüller, son nefeste îmân ile hüsn-i hâtimeye erebilecek midir? Acaba abus çehreli ve belâlı günde onların hâli nice olacaktır?!. 2. Muktesid, orta yolda gidenler… Kur’ân nimetine sahip çıkan, onu hayatına nakşetmek için gayret eden, fakat o nimete hak ettiği büyük fedâkârlık ve gayreti sarf etmekte geri kalanlardır. Hayatın med-cezirleri karşısında muvâzeneyi korumakta güçlük çeken, zaman zaman hatalara savrularak, istikameti şaşıranlardır. Bunlar da ebedî hüsrandan kurtulsalar bile, daha fazla gayret etmediklerine pişman olacaklardır. Kur’ân nimetinin hesabını vermek onlar için de kolay olmayacaktır. Hiç beklemedikleri mesûliyetler, mahşerde yakalarına yapışacaktır. 3. Hayratta öne geçenler… Kur’ân nimetini hakkıyla değerlendiren, onun muhtevâsıyla âmil olduğu gibi, hikmetiyle kâmil ve fezâilini hâmil olmuş; kalbini nurlandıran Kur’ân hakikatlerini, bir kandil gibi etrafına tevzî eden, hayrın her türlüsünde en önde olma gayreti sergileyen, aşk ve heyecan içinde hayırlara koşanlardır. İşte bunlar, en büyük kazanca erişeceklerdir. Onlar her şeyin; Allâh’ın izni»yle ve lutfuyla olduğunu da bilen, hâllerinden kendilerine pay çıkarmayan mütevâzı kullardır. Hadîs-i şeriflerde dile getirilen, hesapsız olarak cennete girecek, sırattan şimşek gibi geçecek bahtiyarlar; işte bu, hayırda yarışanlar olacaktır. Cenâb-ı Hakk’a mukarreb kılınacak yani yakınlık lutfuna eriştirilecek kullar da bunlardır. Benzeri bir tasnif Vâkıa Sûresi’nde şöyle ifadesini bulur “Ve kıyâmet günü sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; 1. Defterleri sağdan verilenler. Ne bahtiyardır onlar! 2. Defterleri soldan verilenler. Ne perişandır onlar! 3. Bir de îman ve sâlih amelleri işlemekte yarışarak öne geçenler ise âhirette de öne geçenlerdir. İşte onlar Allâh’a yaklaştırılmış kimselerdir.”el-Vâkıa, 7-10 Cenâb-ı Hak; bizim Kur’ân ile istikametlenmemizi, Kur’ân ile hemhâl olarak yaşamamızı arzu ediyor. Bu mevzuda vasat, ortalama bir gayret değil; yarış içerisinde, koşturan, en öne geçmeye gayret edenler olmamızı istiyor. Düşüp kalkarak ilerleyen değil, dâimâ ileriye doğru koşan bir istikamet istiyor. Bunun için en güzel nümûne-i imtisal ashâb-ı kiram… Sahâbî dâimâ öncülük vasfında oldu. Öne geçmek, hayırda yarışmak, fazîletlere asla doymamak onların şiârıydı. Yaptığım fedâkârlık yeter!» demediler. Biraz da başkası yapsın!» demediler. Canlarıyla, mallarıyla, bütün güç ve enerjileriyle, ömürlerinin her ânında Allâh’ın dînine yardım etmek yarışında oldular. Böylece Allâh’ın rızâsına, hoşnutluğuna eriştiler. Hayırlarda yarışmak, ibâdetin her nevinde olur. Fakat hayır yarışının en anlamlı olduğu saha infaktır. İNFAKTA YARIŞMAK İnfak, cömertliğin; cömertlik, merhametin; merhamet de îmânın tezâhürüdür. Cömertlik ve merhametin iki düşmanı vardır İsraf ve cimrilik. İsraf; aşağılık duygusunu bastırma hareketidir. Cimrilik; korkaklık ve malına sığınmaktır. Güneş nasıl karanlık ve soğuk olamazsa; bir mü’min de asla müsrif, bencil ve cimri olamaz. Hayırda yarışan bir mü’min; dâimâ çevresine, mâtemlere, mahrumlara, yoksullara rahmet ve merhamet tevzî eden bir rahmet bulutu gibidir. Bunun için servete mâlik olması da şart değildir. Ashâb-ı kiram infak yarışına girdiğinde; başını sokacak bir evi bile olmayan suffe ashâbı, dağlardan odun, çalı-çırpı topluyor, onları satıyor, eline geçen üç-beş kuruşu infâk ederek, kalbî kıvâma göre bir dirhemin milyonları geçtiği infak yarışında yerini alıyordu. Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kiram; “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.”Nesâî, Zekât, 49 Hak dostlarından Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri de, öyle bir infak heyecanı içindeydi ki, yaptığı hayır ve infakları hiçbir zaman kâfî görmez; çalıştığı iş yerine giderken dolmuşa vereceği parayı bile infâk edebilmek için, Karaköy’den Tahtakale’ye kadar yürüyerek giderdi. Yani kendi ihtiyacından dahî fedâkârlıkta bulunarak infâkını artırmaya çalışırdı. Kur’ân-ı Kerim’de infâkın asgarî hudûdu, yani farz şekli olan zekât; 32 yerde geçmektedir. Daha geniş ve engin olan infak ise 72 yerde geçmektedir. Demek ki Cenâb-ı Hak; zekâtın asgarî hudûdunda kalmamızı, zekâtı vermekle iktifâ etmemizi arzu etmiyor. Zekât zaten müslüman zenginin fakir kardeşine olan borcudur. Zekât; kardeşinden sorumlu olan zenginin zimmetindeki, malûm, sâbit bir hak ve pay»dır. Bunu vermemek, bir hakkın gasbıdır. Zulümdür. Rahmetli pederim Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh- de bu husûsa çok dikkat çekerek şöyle derlerdi “Maalesef günümüzdeki birçok zengin, değil hayır-hasenat yolunda fâideli olmak; hattâ üzerlerine farz olan zekâtlarını vermemek sûretiyle, bîçâre, fakirlerin haklarını pervasızca yemektedirler.” “İnce düşünülürse; ihmâlinde fakirlerin hakkı verilmediği için zekât ve öşür emirlerini yerine getirmeyenler, zâlimlerden olmuş olabilirler.” “En kötü hırsızlık; zenginlerin, zekât vermemek sûretiyle fakirlerin malını çalmasıdır.” Kaldı ki, Cenâb-ı Hak; asgarî hudutlarda kalmayı değil, ihtiyaç miktarından artanın tamamını infâk etmeyi bir fazîlet ölçüsü olarak ortaya koymuştur. Âyet-i kerîmede buyurulur İHTİYAÇ FAZLASINI… وَيَسْئَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ “…Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. İhtiyaç fazlasını infâk edin.» de…” el-Bakara, 219 Bu ölçü, bir mü’minin dünya malıyla olan alâkasının sebebini de ortaya koyar. Ehl-i dünya olanlar, dünyanın fânî câzibesine aldananlar; dünyalık yarışına girerler. Bir tefâhür / böbürlenme ve tekâsür / mal çokluğuyla övünme gayretiyle ömürlerini tüketirler. Böylesi bir tüketiş ve tükenişin ne büyük bir ahmaklık olduğunu hikmet ehli bir zât şöyle îzâh eder “Bir kul öldüğünde; malı husûsunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini hiç görmemiştir Birincisi; bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen, bunların hepsinden hesaba çekilmesidir.” Bir insan için, üstelik kendisine fayda vermeyen bir maldan dolayı hesaba çekilmek ne kadar da müşkil bir durumdur. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu durumdakiler için şöyle buyurmuştur “Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl ü ıyâlini hayır servet üzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle varır.”Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 9693 Yani mîrasçılarına büyük bir servet bırakır; fakat kendisi; ◆ Malı helâl yoldan kazanmadığı, ◆ Malıyla hayır işlemediği, ◆ Ve evlâtları da malını kötü yollarda kullandığı için; huzûr-i ilâhîye veballer yüklü bir hesap vermek mecburiyetiyle çıkar. Faydalı mal ise; helâlden kazanılan ve infaklarla, hayır hizmetleriyle önceden âhirete gönderilenlerdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur “Allah Teâlâ, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Sonra önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O hâlde sadece bir hurmaya bile sahip olsanız artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.”Buhârî, Zekât, 9, 10; Müslim, Zekât, 67, 97 Bu hakikatler sebebiyle; Bir mü’min için ihtiyaçtan fazla mal, ancak infâk etmek niyetiyle mânâlı olur. Samimî bir şekilde Allâh’ın dînine yardım etmek gayesine mâtuf olarak faydalı olur. Ashâb-ı kirâmın zenginleri bu hususta en güzel misaldir Onlar, servetlerini; kâfir efendilerin zulmü altında eziyet gören mü’min köleleri âzâd etmek, fakirleri doyurmak, çıplakları giydirmek, yaraları sarmak ve ilâ-yı kelimetullah yolundaki her türlü gayret için sarf ettiler. Kıtlık zamanlarında büyük ve hızlı bir servet imkânı olan kervanlarını, Allah yolunda infâk ettiler. En kıymetli yerlerdeki su kuyularını, en sevdikleri bağ ve bahçelerini vakfettiler. Onlar için varlık, Allâh’a varmak için bir vesileden ibaret idi. Çünkü hayrın kemâline ermek için de Cenâb-ı Hak, varlık ile gönül bağını koparmayı şart koşmuştu لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَیْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ٖ عَلٖ۪يمٌ “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infâk etmedikçe birr»e, hayrın kemâline eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” Âl-i İmrân, 92 Her fiilin bir zâhiri bir bâtını vardır. Her amel; kıymetini, niyetin samimiyetinden alır. İnfaktan, cömertlikten, fedâkârlıktan, kesilen kurbanlardan, yapılan hayırlardan Allâh’a ulaşacak olan; takvâdır, ihlâs ve samimiyettir. Amellerin makbûliyeti, samimiyetledir; ANCAK İHLÂS İLE Câhiliyyede de, İslâm ile mücadele yıllarında da; müşriklerin kabîlelerinin güç ve azametini sergilemek, böbürlenmek ve gösteriş yapmak için harcamalar yaptıkları, develer kesip dağıttıkları olurdu. Peygamber Efendimiz, bu niyetlerle kesilen develerin etinden yemeyi ashâbına yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 14 Bu sebeple, infâkın gizlisi daha makbuldür. Zira gizli, hattâ sağ elin verdiğini sol elin bile bilmediği bir sûrette edâ edilen infak; riyâ, gösteriş, süma gibi tehlikelerden muhafaza olmaya en uygunudur. Bunun yanında; ◆ Farz ibâdeti yerine getirdiğini îlân ederek sû-i zanları bertarâf etmek, ◆ Emsal ve akranına güzel örnek olmak, ◆ Böylece hayırda yarışmaya meftun insanların gönüllerinde bir gıpta ve imtisal heyecanı meydana getirmek gibi güzel niyetlerle; infâkı açıktan gerçekleştirmek de meşrû ve güzel görülen bir fiildir. Fakat bunda da kalbi korumak şarttır. Âyet-i kerîmede buyurulur “Allâh’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için gizli ve açık infâk edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”Fâtır, 29 İnfak, bir müslümanın ayrılmaz vasıflarındandır. Cenâb-ı Hak; mü’minleri tarif ve îmanlıların hasletlerini tâdat buyurduğu Bakara, Mü’minûn, Enfâl gibi sûrelerin evvellerinde infak hassâsiyetini bilhassa zikretmiştir. İnfak, îman ve namazın ayrılmaz bir kardeşidir. İhlâslı bir infâkın en mühim şartı, infâk edilecek malın helâliyetidir. HELÂL ŞART… Mal, helâlden kazanılır ve hayra sarf edilirse; bir âhiret sermâyesi olur. Helâlin dahî hesabı varken, bir de haramın ve şüphelinin azâbını düşünmek îcâb eder. Bile bile haramdan elde edilen bir maldan infâk olmaz. Böyle bir parayla infak, böyle bir parayla hac ve umre; “Lâ lebbeyk!” denilerek Allah katında reddedilir. Ancak kişinin bilgisi dâhilinde olmadan; devrin umûm-i belvâ hâline gelmiş, yani kimsenin gayret etmekle kurtulamadığı kirlerden malı temizlemekte infâkın zarureti vardır. Mü’min; âzamî bir titizlikle, kazancına haram ve şüpheli şeylerin bulaşmasından sakınmalı, bunun yanında mânen de her ihtimale karşı bol bol infaklar ile malını temizleme gayretini sarf etmelidir. Bu, malı âdetâ filtreden geçirmek gibidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur “Ey tâcirler topluluğu! Şüphesiz şeytan ve günah alışverişe karışır. Vâkî olan yemin, lüzumsuz sözler vesâire için kefâret olmak üzere ticaretinizi sadaka ile karıştırınız temizleyiniz! Tüccarlar kıyâmet günü fâcirler günahkârlar olarak diriltileceklerdir. Ancak Allâh’a karşı takvâ sahibi olanlarla, iyilik, dürüstlük ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ…”Tirmizî, Büyû, 4 Nitekim zekât» da lügatte temizlik» demektir. Ancak tekrâren hatırlatalım ki; haram bir yola tevessül edilerek kazanılan para, tamamı hayırlara verilse dahî temizlenmez. Bu veriş de makbul bir infâk olmaz. İnfak, malın meçhul geçmişini gösteren bir aynadır. Paranın kaderi, kişinin hissiyâtına dâhil olur. Bir darb-ı meselde dendiği gibi; “Para yılan gibidir, girdiği delikten çıkar.” Halkımız da; Haydan gelen huya gider.» diyerek bu hakikati ifade etmiştir. Malının ne kadar helâl ve temiz yoldan olduğunu anlayabilmek isteyenin, sarf yerini seyretmesi kâfîdir. Paranın kaderi; kişinin kaderine dâhil olur, onu yönlendirir. Herkes zanneder ki, ben parama hükmederek istediğim yere harcıyorum. Hâlbuki para; kazanılışındaki helâllik ve haramlık durumuna göre, lâyık olduğu yere gider; sahibinin iradesini de kendi gittiği yere doğru istikametlendirir. Yani hâkimiyet, çoğu zaman paradadır; sahibinde değil… Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur “Benim ümmetim dünyaya çok değer vermeye başladığında İslâm’ın heybet ve azameti onlardan alınır. İyiliği emredip kötülükten nehyi terk ettiklerinde vahyin bereketinden yani Kur’ân-ı Kerîm’i idrâk etmekten mahrum olurlar.” Süyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no 1610; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, III, 183/6070 Herkes, zekât ve infâkının ehline ulaşmasını arzu eder. Malı ehil kimselere ulaştırabilmek, onu helâl yoldan kazanmaya bağlıdır. Şu hâdise ne kadar ibretlidir ADRESİNİ BULUR… Ticaretle meşgul, zengin bir talebesi; Ebû Abbas Nihâvendî’ye geldi ve sordu “–Efendim, zekâtımı kime vermem daha uygun olur?” Ebû Abbas -kuddise sirruh-’ın cevabı kısa ve açıktı “–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” Talebe, hocasının tâlimâtını uygulamak üzere dolaşmaya çıktı. Çok geçmemişti ki dilenen bir âmâ gördü. Gönlü ona ısındı. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp eline tutuşturdu. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ, sevinçle oradan ayrıldı. Ertesi gün aynı yerden geçerken o âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken gördü. Talebenin işittiği sözler onu kahretti “Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhaneye gidip bir güzel demlendim…” Talebenin gönlü daraldı. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına koştu. Tam olan-biteni arz edecekti ki; Ebû Abbas onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi kendisine uzatıp; “Önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi veriver!” dedi. Talebe, içini dökemeden verilen vazifeyi yerine getirmek için oradan ayrıldı. Karşısına ilk çıkan şahıs delikanlı biriydi. Hiç de muhtaca benzemiyordu. Fakat hocasının sözünden çıkamazdı. Akçeyi bu gence verdi. Ancak içini kemiren bir merakla o şahsı takip etti. Delikanlı, şehrin kenar semtlerinden geçerken bir harabeye girdi ve elbisesinin altında sakladığı bir şeyi çıkarıp attı. Tam oradan ayrılacaktı ki, talebe önüne geçip sordu “–Ey yiğit! Allah için gizleme de hakikati anlat! Şuraya attığın şey nedir?” Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı tanımıştı. Mahcup bir şekilde gözleri yerde anlatmaya başladı “–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı!.. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey isteyemedim. Istırap içinde kıvranırken, çürümeye yüz tutmuş ölü bir keklik buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen gelip o akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek o yenemeyecek durumda olan kuşu mezbeleye bıraktım. Şimdi verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alıp çocuklarıma götüreceğim…” Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına döndü. Hazret-i Pîr, talebesinin bir şey anlatmasını beklemeden şöyle buyurdu “–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de dikkat ettiğin hâlde zekâtın, şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, aynı şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukābil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesinin hikmeti de; onun sırf el emeği ile kazanılmış olmasından, yani helâlliğindendir…” Diğer taraftan, temiz ve helâlden kazanıp, Allâh’ın rızâsını kazanmak niyetiyle infâk edilen sadakaların, zâhiren ehline ulaşmamış görünse de, ind-i ilâhîde nasıl bir makbûliyet sırrına vâsıl olduğuna, Peygamber Efendimiz’in anlattığı şu kıssa şahittir NİYET HÂLİS OLUNCA… “Vaktiyle bir adam; –Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.» dedi. Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün belde halkı; –Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Sana hamdolsun. Ben bugün de bir sadaka vereceğim.» dedi. Yine sadakasını alarak evinden çıktı ve onu bu sefer de bilmeden bir fâhişenin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Olur şey değil! Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Bir fâhişeye de olsa sadaka verdiğim için Sana hamd olsun. Ben mutlaka yine sadaka vereceğim.» dedi. O gece, yine sadakasını alıp evinden çıktı ve onu bu defa da bilmeden bir zenginin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Bu ne iştir! Bu gece de bir zengine sadaka verilmiş!» diye hayretle söylenmeye başladı. Adam; –Allâh’ım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine de olsa sadaka verebildiğim için Sana hamd olsun.» dedi. Bu ihlâsı sebebiyle uykusunda o adama; –Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.» denildi.”Buhârî, Zekât, 14 Bu kıssanın hissesi de, ne olursa olsun infaktan vazgeçmemenin zarûretini beyandır. Hayırların, mümkün mertebe; dindar, ağzı duâlı, takvâlı, gerçekten muhtaç olan fakat iffetinden dolayı kimseye el açmayan ehl-i îmânın eline geçmesi arzu edilir. Âyet-i kerîmede buyurulur “Yapacağınız hayırlar; kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”el-Bakara, 273 Yardım edilecekler içinde akrabaya, komşuya ve hemşehrîye de öncelik tanınır. Lâkin mâtemlerin civarındakilerin birtakım kusurları, hayırdan vazgeçmeye asla mazeret teşkil etmez. Biz nasıl Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine lâyık olmadığımız hâlde tâlip oluyorsak; bizim de; “Bu lâyık değil!” diyerek mahrumlara infaktan uzak olmamamız îcâb eder. İnfâkın, malın kaderini göstermesi hikmetini, büyük çapta da değerlendirmişlerdir. Bir milletin servetini sarf ettiği yere bakıldığında, o kazancın helâliyet durumunu tespit etmek mümkündür. İşte ecdâdın günümüze kadar devam etmiş vakıfları… HAYRAT MEDENİYETİ Samimî bir hayır yarışının tezâhürleri olan camiler, hamamlar, mektepler, medreseler, hankâhlar, kervansaraylar, kütüphâneler, imâretler ve çeşmeler… Susuz dilleri, aç karınları, boş dimağları, muhtaç gönülleri, mahrum kalpleri maddî ve mânevî ikramlarla doyuran sebiller… Onların hizmetlerinin devamından, niyetlerinin ihlâsını ve kazançlarının helâliyetini okumak mümkündür. Erbabı, böyle camilerde kılınan namazlardaki huşû farkını da hissetmektedir ki; bu mânevî atmosfer, mânevî açlık ve arayış içerisindeki turistleri bile çekmekte ve hayran hayran kendini seyr u temâşâ ettirmektedir. Tarihte geniş topraklara hükmetmiş firavun ve nemrutlardan, zulümlerinin, fânîliklerinin ve fânîlik karşısındaki acziyetlerinin birer nişânesi hükmündeki kasvetli mezarlıklardan başka bir şey kalmamışken; hayatlarını ilâ-yı kelimetullah, tâzim li-emrillâh, şefkat alâ-halkillâh» prensiplerine vakfetmiş sultanların, vezirlerin, cümle hayır sahiplerinin defterlerine hâlâ taptaze, canlı sevap kayıtlarının yazılmakta olması, gören gözler için ne ibretli bir tablodur. Firavunlar, daha yüksek piramitler yapmak için yarıştılar. Âd kavmi, tepesinden köleler atarak eğlendikleri kuleler dikmekte yarıştılar. Zâlim Roma hükümdarları; zayıf ve bîçâre ilk hıristiyanları, aslanlara parçalattırdıkları arenalar inşa etmekte yarıştılar. Kārunlar kendilerine dünyada hazin bir mezar toprağı, âhirette de ateşten birer damga olacak altınlar, gümüşler biriktirmekte yarıştılar. Sonra onlar ellerinde ne varsa bırakıp; yaptıkları israfların, sefâhatlerin, zulümlerin ve haksızlıkların hesabını vermek üzere mahşere yollandılar. Bu nazarla bakıldığında tarih, beşeriyete ne büyük bir ibret ve irşad âbidesidir! Üzerimizdeki güneş; bir müddet Firavunların, Hâmanların, Nemrutların, Âdların, Semûdların saraylarını, köşklerini, hazinelerini aydınlatan, sonra da harâbelerinin üzerine haşmetle doğan aynı güneştir. Peygamberler, sahâbîler, sâlih zâtlar ve ârif âlimler ise, hayırda yarıştılar. Faydalı ilimde yarıştılar. Nesli ihyâ için yarıştılar. Fedâkârlıkta yarıştılar. Hayır müesseseleri, maddî ve mânevî îmarda yarıştılar. İslâm sancağını, en ileri noktaya taşımakta yarıştılar. Gönülleri fethetmekte, kırık kalpleri sarmakta yarıştılar. Onlar; aynı yarış heyecanı içinde, hiç hız kesmeden hesap gününde de şimşekler gibi cennete vâsıl olacaklar. Hayır yarışından geri kalanların, cimrilik edenlerin, korkaklığa, bencilliğe, ahmaklığa dûçâr olanların süründüğü hengâmda; onlar yine herkesi geçecekler, uçup gidecekler. Herkes o gün anlayacak ki, onlar aslında vermediler; aldılar. Dağıtmadılar, topladılar. Kaybetmediler, kazandılar. Eksilmediler, çoğaldılar. Fakirleşmediler, zenginleştiler. Çünkü Cenâb-ı Hak yolundaki her infak, aslında Cömertler Cömerdiyle bir alışveriştir. Âyet-i kerîmede buyurulur SEVİNİN! “Allah; mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Bu; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O hâlde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, gerçekten büyük kazançtır.”et-Tevbe, 111 Ahmed bin Ebû Verd -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Üç şey vardır ki, bir velî kulda arttıkça güzel hâlleri de artar a. Makamı yükseldikçe tevâzuu artar. b. Ömrü uzadıkça hizmeti artar. c. Malı çoğaldıkça cömertliği artar.” Dünyada bir yarışma olsa; insanlar ödüllere bakarlar, mükâfâtı verecek kuruluşun şöhret ve kudretine nazar ederler. Yarışmalara iştirak; verilen mükâfâta ve yarışmayı îlân eden müessesenin gücüne göre olur. Cenâb-ı Hak soruyor “Vadini yerine getirmekte Allah’tan daha sâdık kim vardır?” Rabbimiz; Hanginiz en güzel amelde bulunacak?»el-Mülk, 2 davetiyle bir müsabaka, bir imtihan îlân etti. Kazananlara vereceği mükâfat öylesine muhteşem ki; onu ne bir göz gördü, ne bir kulak işitti, ne bir muhayyile onun hayalini kurdu. Zira; “Allah’tan daha cömert kim vardır?” O’nun dînine yardım bizim vazifemiz. Âyet-i kerîmede buyurulur “Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a Allâh’ın dînine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”Muhammed, 7 O’nun kulları bize zimmetli. Eğer vazifemizi ve mesûliyetimizi yerine getirirsek, O da bize karşılığını verecek. “Allah’tan daha vefâlı kim vardır?” Cenâb-ı Hak, bizleri; Habîbi’ne ümmet, Kitâbı’na vâris olmak imtihanında en muvaffak kulları olan ashâb-ı kiram ve evliyâ-yı ızâm hazerâtının hâllerinden hissedâr eylesin. Hayırda yarışan, ihlâs ile infak yolunda koşan, nefsinin ve şeytanın engellerine takılmadan hayrın kemâline, Rabbin Cemâl’ine vâsıl olanlardan eylesin. Âmîn!..
Sadatların Sünnete Verdiği Önem Gavs-ı Bilvânisi Hazretleri bir gün çok rahatsızlanmıştı. Başı dönüyor, ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Bu haldeyken bile akşam namazını kıldırmak üzere mihraba geçti. Seyyid Abdülbaki Hazretleri ayakta daha rahat durabilsin diye Gavs Hazretlerinin kolundan tutuyordu. Mübarek bize o şekilde namaz kıldırdı. Seyyid Abdülbaki Hazretleri de Son rekâtta, Gavs Hazretleri tahiyyatta iken cemaate uyup namaza durdu, kalan rekatları selâmdan sonra tamamladı. Böylece o da cemaatle namaz kılma sevabını aldı. Namazın farzı bitmişti. Sünnetini kılmak üzere Gavs Hazretleri ayağa kalktı; ancak zorlandı, başı döndü. Rükûa doğrulacak kadar durdu, yine oturdu. Bunu üç kez tekrar etti. Ayakta durmaya mecali yoktu. O esnada cemaat içinde torunu vardı; o da âlim bir zattı; dedi ki Kurban, dinde zorlama yoktur; hastasınız, oturduğunuz yerden namazı kılsanız! Ben de biliyorum, ancak o kadar sevabı nasıl terk edeyim? Oturduğum yerden kılmakla, ayakta kılmak bir mi? Muhammed Diyâüddin Hazretlerinin Tarlası Gavs Seyyid Abdülhakim hazretleri irşad için bir beldeye gidiyordu. Gavs hazretlerinin yanında bulunanlardan biri eliyle hemen önlerindeki tarlayı göstererek, “Kurban, bu tarla Hazret’in ailesine aittir” dedi. Bu sözü duyan Gavs hazretleri hemen atından inip, -“Hazret’in hizmetçileri buradan yaya olarak gidip gelmişlerdir, biz de yaya gidelim” dedi. Tarladan tamamen uzaklaşıncaya kadar yoluna yaya devam etti. Tarlanın yola yakın kenarında duran bir sâlik, Gavs hazretlerine, -“Efendim, Hazret şu taşın üzerine basıp ata binerdi” deyince Gavs hazretleri Hazret’in bastığı taşı öpüp rabıta ile meşgul oldu. Oradan tazimle ayrıldı. Evliya ile Birlikte Olmak Mevlânâ hazretlerinin yaşadığı beldede biri vardı ki mübareklere münkirlik yapardı. Katıldığı meclislerde o velinin aleyhinde ileri geri konuşurdu. Bir gece rüyasında, cehenneme sürüklene sürüklene götürüldüğünü gördü. Zebaniler Tâceddin ismindeki bu kişiyi cehennemin kapısına getirip bıraktılar. Orada elleri ve ayakları bağlı birini gördü. Zebaniler bu kişiyi bir cehennemden diğerine atıp duruyordu. Cehennemin başka bir kapısından bu eziyet çekeni izleyen dört kişi daha vardı. İçlerinden biri eziyet gören adama, “Senin bu cehennemden kurtuluşun yok. Evliyanın kelâmından birkaç söz söyle ki kurtulasın” dedi. Eziyet çeken kişi de, “Bilmiyorum! Bana birkaç söz öğretin de kurtulayım” diye cevap verdi. Mesneviden birkaç söz öğretilen bu adam, o beyitleri söyleyince bir anda elleri ayakları çözülüverdi. Zebaniler de onu serbest bıraktılar; o da cennete doğru yol almaya başladı. Cehennemin kapısından tüm bu olanları izleyen Tâceddin adındaki şahıs büyük bir korkuyla nâra atarak uyandı. Uyandığında sabah ezanlarının okunduğunu duydu. Mevlânâ hazretlerinin dergâhına doğru koşmaya başladı. Derken, yolda mübarekle karşılaştı. Mevlânâ hazretleri -“Tâceddin! İnsanın cehennemden kurtulmasına bir evliyanın sözünü söylemesi vesile oluyorsa, onlarla beraber olmak, onlarla sohbet etmek insana daha neler kazandırır, bir düşünsene” dedi. O kişi hemen tövbe edip Mevlânâ hazretlerinin talebeleri arasına Malı Eksilmez Vakıf hizmetinde görevli sûfiler Gavs-ı Sani Hazretlerini ziyarete gitmişlerdi. Gavs-ı Sani Hazretleri gelen bu heyete, muhterem babaları Gavs Seyyid Abdülhakim Hazretlerinin zamanındayken yaşadığı bir hatırayı şöyle anlattı “Bir gün köye bir otobüs dolusu insan geldi. O zamana göre bu çok büyük bir kalabalıktı bizim için. Bu gün 100 otobüs insan ne ise o gün için de kırk-elli kişi aynıydı. Gavsımız beni çay yapmaya gönderdi. Fakat içimden, Bu kadar insana yetecek erzakı nereden, nasıl bulayım da çay yapayım?’ diye düşünerek yerimden kalktım. Zira ne çayımız vardı o kalabalığa yetecek ne de çaydanlığımız. Kazana su koydum. Ufak bir çaydanlığımız vardı, ona da çay koyar, çayı demlerim, diye düşündüm. O vakitler tüp de olmadığı için ateş yakmak gerekiyordu. Çalı çırpı toplamaya gittim. Döndüğümde baktım ki kazanın altı yanıyor, su kaynamış, çay da demlenmiş. İçimden Allah Allah… kim demledi bu çayı?’ diye geçirirken orada bulunanlara, Niye demliyorsunuz? Emir bize idi!’ diyerek kızdım. Onlar da, Biz demlemedik, sadece kazanın ateşini yaktık’ dediler. Hiç olmazsa çaydanlığı karıştırayım da demi otursun niyetiyle kapağını kaldırdığımda baktım ki çay demlenmiş, üstelik rengi de tadı da bambaşkaydı. Ömrümde böyle bir çay içmedim. Fakat dikkat ettim içinde çöp yoktu, sanki süzülmüş gibiydi.” Yine Gavs hazretlerinin zamanındaydı. Dokuz-on yaşlarındaydım. Ziyarete gelenler için kilerden tenekeyle buğday alıyorduk. O gün yirmi beş-elli teneke kadar buğday almıştık. Fakat kilerdeki buğdayın hiç eksilmediğini aksine arttığını, çoğaldığını farkettik. Hayretler içinde kaldık. Hemen Gavs hazretlerinin yanına koşup, “Kurban, biz kilerden o kadar buğday aldık ancak azalacağına çoğaldı” dedik. Gavs hazretleri gülerek, “Siz bir eksiltiyordunuz, sâdâtlar iki ekliyordu. Birini Şah-ı Hazne koyuyordu, diğerini de Hazret” buyurdular. Sihir ve Büyü “Resûllullah SAV buyurdular ki “Kim bir arrâfa kâhine gelir, bir şeyler sorar ve söylediklerine de inanıp onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul edilmez. Kim sihir maksadıyla bir düğüm vurursa sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havale edilir.” Sihir Haramdır İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin 1563-1624 talebelerinden biri şöyle nakletti Din düşmanlarının ve hasetçilerinin iftirası üzerine Sultan, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini Guvalyar Kalesi’ne hapsetmişti. O günlerde büyücülerden biri bana dedi ki -“Ben Hintçe bazı isimler biliyorum. Eğer bunları bir namaz vaktinden diğer namaz vaktine kadar okursan o gün düşman helak olur! Bu çok tecrübe edilmiştir.” Sonra o isimleri bir kâğıda yazdı ve bana verip, “Evinin bahçesindeki bir ağacın altına koy” dedi. Ben de, “Yarın salı günüdür, yarın okurum” diyerek aldım ve bahçemdeki bir ağacın altına koydum. O gece rüyamda hocam İmam-ı Rabbani hazretlerini gördüm. Parmağını ısırarak bana, -“Bizim dostlarımızın böyle bir şey yapması çok hayret edilecek bir iştir. Sakın ha o işi yapma, sihirdir!” dedi. Bu rüyadan sonra büyücünün yazdığı o yazıları okumaktan vazgeçtim. Ancak bir defalık da olsa düşmanın ciğerine bir ok saplamak istiyordum. Bu sebeple de o sihir yazılı kâğıtları atmayıp saklamıştım. Birkaç gün sonra sultan, İmam-ı Rabbani hazretlerini hapsettiğine pişman olup, onu serbest bıraktı. Hocam İmâm-ı Rabbânî hazretleri hapisten çıkınca üç gün Serhend’de kaldı. Hapisten çıktıktan sonra huzuruna varıp, ziyaret ettim. Mürşidimi sıkıntıya sokanlar için niyetimi gizleyeyim, bu meseleyi kendisine açmayayım diye düşünüyordum. Huzurunda bulunduğum bir sırada beni kalabalık cemaat arasından çağırtıp buyurdu ki -“O Hintçe isimleri okuma, çünkü onlar sihirlidir!” dedi. Öyle bir şey olmadığını söyleyip, saklamak istedim. Bunun üzerine mübarek, “Bana niye yalan söylüyorsun? O isimleri falan sihirbazdan öğrendin!” diyerek o sihirbazın ismini söyledi. Sonra da; “O öğrendiğin şeylerin yazılı olduğu kağıt, evinin bahçesindeki bir ağacın altındadır. Her ne kadar sihir tesir ederse de sihir yapmak haramdır. Şimdi git, o sihir yazılı kağıdı yırt!” buyurdu. Başımı önüme eğdim. Daha sonra bana, “O işi yapmayacağına ve sihir yazılı kâğıdı yırtacağına dair söz ver” dedi. Ben bu keramet karşısında hayret ettim. Çünkü yapacağım o işi hiç kimse bilmiyordu. Hemen eve gidip üzerinde sihir yazılı kâğıdı, ağacın altından çıkardım ve yırtıp Evliyanın Vefatına Dayanamayan İncir Ağacı Muhammed Raşid hazretleri 1930-1993 vefat etmeden sekiz – on ay kadar önceydi. Sevenlerinin akşamları bir araya gelip sohbet ettikleri bir çay ocağı vardı. Bir akşam içlerinden biri, çay ocağının bahçesinde meyve vermeyen incir ağacını göstererek, -“Arkadaşlar, şu incir ağacına aşı yapalım da ki meyve versin” dedi. Ertesi gün aşılı bir incir ağacından alınan yedi kalem getirildi. Her bir kalem, Muhammed Raşid Hazretleri ve halifelerinin adına atfen aşılandı. Haftalar ilerledikçe Muhammed Raşid ve kardeşi Abdülbâki hazretleri için dikilen aşılar, diğerlerinden çok daha fazla büyüyüp serpilmeye başladı. Takvimler, 1993 yılının Ekim ayının 22’sini gösteriyordu. Sabah on sularında aniden çıkan şiddetli bir rüzgâr, ortalığı birbirine kattı. Rüzgar kesildikten sonra çay ocağından dışarı çıkanlar, incir ağacında sadece Muhammed Raşid Hazretleri için aşıladıkları kalemin kırıldığını gördüler. Bazıları nemlenen gözlerini siliyorlardı ki çay ocağının telefonu çaldı. Telefondaki ses Muhammed Raşid hazretlerinin ahirete göçtüğünü söylüyordu. Adeta Allah dostunun varlığıyla sürür bulup yeşeren o körpe fidan, sâdâtın ahirete göçmesiyle, “Artık ben de yaşayamam” dercesine Sadat’a mutabaat ederek kendisini o rüzgâra teslim etmişti. BEKİR NASVird Ne Demektir?Cezbe Nedir, Ne Demektir? 1Gavs Hazretlerinin Seceresi Bu kıssalar Hacegan yayınlarından çıkan “Denize Varan İzler” kitabından alıntılanmıştır. Kitabı Semerkand Pazarlama sitesinden satın almak için adrese ve Porselen Tamiri Antika HastanesiGelen Arama KayıtlarıBüyük zatlarin kıssalari
Resulullah sav bir keresinde, "Hanginiz, varisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat "Ey Allah'ın Resul, içimizde, herkes kendi malını varisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine "Öyleyse şunu bilin Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da varislerinin malıdır." Ravi Hz. İbnu Mes'ud Kaynak Buhari, Rikak 12, Nesai, Vesaya 1, 6, 237-238 Resulullah sav buyurdular ki "Bir dirhem, yüzbin dirhemi geçmiştir." "Bu nasıl olur, ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Şu cevabı verdi. "Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan daha iyisini tasadduk etti. Diğeri ise, malının yanına varıp, malından yüzbin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Nesai, Zekat 49 Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki "Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Tirmizi, Birr 40, 1962 Rabbim dilediği kimsenin nasibini bollastirir, dilediğinin nasibini de kısar. Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. Sebe' süresi 39. Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. FATIR/29 Ey iman edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmeden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Bakara Suresi, 254 Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir. Bakara-261 Örttüğü zaman geceye, Açıldığı zaman gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana and olsun ki, Bundan böyle her kim malını Allah yolunda hayır için verir ve günahlardan korunursa, Ve en güzel olanı lailahe illlallahı doğrularsa, Biz onu en kolay yola cennete muvaffak kılacağız. Kim de cimrilik eder ve kendini hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış görür. Ve en güzeli de yalanlarsa, Onu da en zor yola hazırlarız. Çukura yuvarlandığı zaman malı onu kurtaramayacak. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir. Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur. O ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için verir. Hz. Peygamber sav, sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi birşey istenirse az veya çok mutlaka birşey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı. "Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." Müslim Resulullah sav yarın için hiçbir şey biriktirmezdi. Tirmizi Resulullah sav bir hadis-i kudside, Allah Teala hazretlerinin şöyle söylediğini haber verdi "Sen infak et, ben de sana infak edeyim." Efendimiz devamla dedi ki "Allah'ın eli yedullah doludur. Gece ve gündüz boyu yapılan arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semavatın yaratılaşından beri Allah'ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun elindekinden hiçbir şey eksiltmemiştir. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Elinde mizan da var, alçaltır, yükseltir." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Buhari, Tevhid 22,35, Tefsir, Hud 2, Nafakat 1, Müslim, Zekat 37, 993, Tirmizi, Tefsir, 3048 Resulullah sav bize ikindi namazı kıldırmış idi. Selam verince acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı "Yanımda kalan birkısım altın vardı namazda onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım." Ravi Hz. Ukbe İbnu'l-Haris Kaynak Buhari, Ezan 155, Amel fi's-Salat 18, Zekat 20, İsti'zan 36, Nesai, 104 3, 84 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor "Resulullah ASM buyurdular ki "Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.'' "Mal sadaka ile eksilmez.'' Müslim Sadakayı vermekte israf olmaması.. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terkedilmemesi.. Minnetin olmamasına.. Çünkü veren Allah'tır, kul ise bir vasıtadır.
İnfak nedir? İnfak, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine muhtaçlara vermektir. Peki günümüz müslümanları olarak bu ibadeti ne derecede yerine getiriyoruz? İnfak ederken nelere dikkat etmeliyiz? İnfâkın edep ve adabı nedir? İnfak ile ilgili herşey... İNFAK NEDİR? İnfak kelimesi, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlardamaddi,manevi bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda "İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtı maddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkın rûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur. Rabbimiz buyuruyor “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. اَحْسِنُوا Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri sever.” el-Bakara, 195 buyuruyor. Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzûruna çıkarır.” Ali İsfehânî -rahmetullâhi aleyh- bu hakîkati ne güzel ifâde eder “…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” İNFAK NEDİR? - VİDEO MÜMİNLER BİRBİRLERİNDEN SORUMLUDURLAR Zira her mü’min, çevresinden mes’ûldür. Muhtaçların, mazlumların feryatlarına bîgâne kalamaz. Yine o, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, hassas, rakik, diğergâm, merhametli, cömert ve infak heyecânıyla dolu olmalıdır. Cenâb-ı Hak, rızkın temininde mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlet ve ilâhî bir lutuftur. Muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’minin rûhu da tesellî bulamaz. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur “Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!” Dünya serveti; en yakınlardan başlayıp toplumdaki âcizlere, kimsesizlere, gariplere yardımda bulunmak sûretiyle, vicdan huzûruna ve âhiret saâdetine ermek için kazanılmalıdır. Kazançta niyet bu olursa, dünyevî endişelerin gönüllerde meydana getirdiği katılık, kasvet, buhran ve sıkıntıların yerini tatlı bir huzur ve sükûnet hâli alır. KUR’ÂN’DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerîmʼde infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her müslümanın mükellefiyetidir. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK Bir gün Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– şu cevâbı verdi. “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” Nesâî, Zekât, 49 Yani Allah katında değerli olan; infâk edilen malın miktârından ziyâde, infâk edenin fedakârlık derecesidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır “O Allah ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan etmek için yaratmıştır…” el-Mülk, 2 İNFAK NASIL VERİLİR? “DARLIKTA DA İNFÂK EDERLER” Nitekim sahâbe-i kirâmın, infaktan muaf olacak derecede imkânı bulunmayanları bile, infâk ecrine nâil olabilmek için, kimisi dağdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su çekerek tasaddukta bulunmuşlardır. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler harcarlar…” Âl-i İmrân, 134 Yani takvâ ölçülerine göre; zekâta muhtaç olan, dardaki bir müʼminin de vermesi gerekir. O hâlde, varlıklı bir insanın ne kadar vermesi lâzım geldiğini, bu hakîkat önünde mîzân etmek îcâb eder. Yine Cenâb-ı Hak, diğer bir âyet-i kerîmede “…Rasûlüm! Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. İhtiyaç fazlasını.» de…” el-Bakara, 219 buyuruyor. Demek ki bir müʼmin, şahsî yaşantısında da iktisâda riâyet etmeli, kifâyet miktarıyla yetinmeli ve ihtiyacından artanı infâk etmelidir. ASIL ZENGİNLİK GÖNÜL ZENGİNLİĞİDİR Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, asıl zenginliğin, mal çokluğu ile değil, gönül zenginliği ile olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre herkes, kanaati kadar zengindir. Kanaat ise hadîs-i şerîfte bildirildiği gibi bitmez tükenmez bir hazînedir. Gerçek müminler de, bu zenginlik nîmetine sâhip olup infakta bulunanlardır. İnfak, bir müminin hassâsiyetinin ve mükellef olduğu diğergâmlığın kâmil bir tezâhürüdür. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Şam’a giderken deveye binme sırası kölesine geldiğinde, şehrin kapısına varmış olmalarına rağmen deveye ısrarla kölesini bindirmiş ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde olduğu hâlde Şam’a girmişti. İşte bu da, kâbına varılmaz bir infak ve îsâr tezâhürüdür. KENDİ HAKKIMIZI KARDEŞİMİZE DEVRETMEK Îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını kardeşine devretme anlamına gelir ki, bugün cemiyetimizde yok denecek kadar azdır. Ancak zekâtın biraz daha ötesine gitmek, onun dışındaki infaklara da fazlaca yer vermek teşvîk edilmeli ve bu iş müesseseleştirilerek düzenli bir şekle konulmalıdır. Bu müesseselerde aynı zamanda İslâmî şuurla hizmet edecek gayretli insanlar yetiştirilmelidir. Ayrıca ümmet-i Muhammed’in istifâde edeceği hastahânelerin, muzdariplerin kalacağı dâru’l-acezelerin huzur evlerinin yapılması da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir. İnfâka rağbet, bir müminin tabiat-i asliyesi olmalıdır. ALLAH YOLUNDA İNFÂKIN EDEP VE ÂDABI NEDİR? İnfakta gözetmemiz gereken edebi Rabbimiz şöyle bildiriyor “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allah katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir. Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” el-Bakara, 262-264 “Sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı” şekilde vermek gerekir. Bu şekilde infâk edenler, günahları affedilen ve kıyâmetin dehşetli ânında Arş’ın gölgesi altında bulunacak olan mes’ud kimselerdir. Bkz. el-Bakara, 271; Buhârî, Ezân, 36 Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri, fakirlere infak diye vermemelidir. Bkz. el-Bakara, 267 Âyet-i kerîmelerde Rabbimiz, hayır ve hasenatta riâyet etmemiz gereken edebi açıkça bildirmektedir. Yâni kalp kırarak, muhtâcı hor görerek, mihnet vererek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allah katında hiçbir değeri kalmaz. Böylesine kaba ve duygusuz bir kalb ile infâk edenler, verdiklerinin ecrini kendi elleriyle imhâ etmiş olurlar!.. ALLAH'IN CC KIYAMET GÜNÜ KONUŞMADIĞI 3 KİŞİ İnfak, ikram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh’ın gazabını da celbeder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defâsında arka arkaya tam üç kez “–Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” buyurdular. Ebû Zer -radıyallâhu anh- “–Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Elbisesini kibir ve gururundan dolayı kurula kurula sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan ve verdiğini başa kakan!” buyurdular. Müslim, Îman, 171 Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir. Çünkü kalpler, nazargâh-ı ilâhîdir. İncitilmeye gelmez… İNFAKTA KİBİR VÜCUDA GİRMİŞ ZEHİR GİBİDİR Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır. O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın teslim edilmesidir. Dünyâ serveti, ilâhî bir emânettir. Bunu unutarak, Allâh’ın nîmetlerinin, O’nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca mihnet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır. O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, birgün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb eder. Zîrâ zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir. Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir. Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir. Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir. Üstünlük yalnızca takvâdadır. O hâlde infâk etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünyâ hayâtındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır. Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde der ki “Birisine iyilik ettiğin zaman; –Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç birgün seni de biçer.” Varlıklı kimseler, kendilerini fukarânın yerine koymayı bilmeli ve; “Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi. Mâdem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emânet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes’ul kıldı ve bize bahşettiği nîmetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emretti…” diye düşünmelidirler… Yine Şeyh Sâdî’nin aynı eserindeki şu nasihatleri de pek mânidardır “Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin. Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla…” Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur “Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an.” ed-Duhâ, 8-11 Muhtâca nezâketle muâmelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, ezâ vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder. Lokman Hakîm ne güzel buyurur “İki şeyi unutma Allah Teâlâ’yı ve ölümü. İki şeyi de unut Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü.” Gerçek mânâda infâk ehli bir kul olabilmek; her iki dünyâda da huzur bahşeden çok kıymetli bir nîmettir. Bu ibâdeti lâyıkıyla îfâ edebilenler, Rabbimizin de müjdelediği üzere, kıyâmetin o dehşetli hengâmesinde korkudan ve kederden sâlim kalacaklardır. Bunun içindir ki merhameti sonsuz olan Rabbimiz, yüzlerce âyet-i kerîme ile; ümmetinin üzerine şefkatle titreyen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- da, sayısız hadîs-i şerîfleriyle bizleri infâkın huzur ve saâdetine ermeye teşvik etmektedir. Cenâb-ı Hak, kıymeti tam olarak âhirette anlaşılabilecek muazzam bir nîmet olan infâkın, bâzı nâdan davranışlar sebebiyle zâyî edilmemesi için, biz kullarını, “infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın” âyetiyle îkaz buyurmuştur. Mü’min, sehâvet sahibi insandır. Hakîkî sehâvet ise, gözünü kırpmadan, eli titremeden, yağan yağmurlar kadar tabiî bir rahatlıkla, cân u gönülden infâk edebilmektir. Yâni hayır-hasenât, tıpkı çiçeklerin güzel kokularını etraflarına cömertçe ikrâm etmeleri gibi tabiî ve külfetsiz bir şekilde yapılmalı ki, Hak katında bir kıymet ifâde etsin!.. Ancak böyle bir infak, Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olan infaktır. Nitekim âyet-i kerîmede “Sadakaları Allah alır.” et-Tevbe, 104 buyrulmaktadır. Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, böylesine nâzik bir hâlet-i rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur “Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..” O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü, azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder. Hak dostu Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, bir muhtaç gördüklerinde, şâyet arabada iseler otomobili durdurur, kapıyı açar, muhtâca doğru birkaç adım yürür, vereceği sadakayı tebessüm ve nezâketiyle daha da güzelleştirerek teslim ederdi. Kaynak Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları, 2011, Altınoluk Dergisi, 2008 – Mayıs, Sayı 267, Sayfa 032 İNFAKLA İLGİLİ İKAZLAR İNFAK, ALLAH İÇİNDİR "İYİLERİNDEN İNFAK EDİN" AYETİ İNFAK RAMAZANA MAHSUS DEĞİLDİR İNFAK HATIRLATMALARI İMKANI OLUP İNFAK ETMEYEN ZALİMDİR PEYGAMBERİMİZİN İNFAKI İslam ve İhsan
allah yolunda infak ile ilgili kıssalar